KKTC. Yani KUZEY KIBRIS TURK CUMHURIYETI. Kısaca KKTC. Başkenti Lefkoşa olan ve 1974 yılında KUZEY ve güney olmak üzere ikiye ayrılan yarısı GKRY yani Güney Kıbrıs Rum yönetimi de kalan ve bölünmüşlüğün en çok yaşadığı ve hissedildigi yerdir Lefkoşa, bir yarısı Türk bir yarısı Rumda kalan aynı kültürün aynı eski mimarinin birbirini takip ettiği ve hatta saçaklı konakları tarihi yapısı ile birbirinin aynısı gibi duran ancak bir tarafta terk edilmisligin ,fakirliğin ve acıların daha çok hissdelidigi Lefkosa Surlar ici yani Türk tarafı bizim konumuz. Surlar ici 1950 yıllarında Kibrisli Türkler ve Kıbrıslı Rumların birlikte yaşadığı dönemin izleri encok belediye pazarında Bandabulia da belirgindir. Hatta bazı sokaklar vardır yerde ki kanalizasyon kapakları üzerinde hem Türkçe hemde Rumca yazılar gorebilirsiniz. Aynen Bandabulia da olduğu gibi, ha birde eski evlerin üzeri da görebilirsiniz bu yazıları aynen eski kıbrıs parasında hem Türkçe hem de Rumca Merkez Bankası yazısı gibi.
Evet bölünmüştür Lefkoşa bölünmüştür Kıbrıs bir yanımızda Rum bir yanımızda Anavatan, arada kalmıştır KKTC. Neyse surlar içine gelelim biz
![kıbrıs lirası ile ilgili görsel sonucu](https://www.kibrisgazetesi.com/images/haberler/599e76895e7df90db35872a09e15879e.jpg)
Ta antik çağlardan başlayarak, tarih boyunca; feodal beylerin, düklerin, kralların, lordların, soyluların, baronların, şövalyelerin, vali paşaların, Beylerbeyi’nin hüküm sürdüğü bir kentti Lefkoşa…Geniş bahçeli evlerinde hurma ağaçları, nar ağaçları vardı…
Baf kapısından giren Kanlıdere, Girne Kapısı'ndan çıkardı…
Krallar av partilerinde leoparlarla muflon avlarlardı…
Köşkler, konaklar, saraylar, kerpiç evler süslerdi kenti…
Hristiyanların kiliseleri, katedralleri; Osmanlı’nın hanları, hamamları, camileri, mescitleri, tekkeleri, türbeleri, medrese ve çeşmeleri vardı…
Daracık sokaklarında katırlar, eşekler, develer gezerdi…
Güvercinleri ve kargaları insanlardan merhamet dilenirdi…
Lefkoşa kenti, haritaya bakıldığında, Kıbrıs’ın hemen hemen ortasında yer alıyor.
Bizim “Lefkoşa”, Kıbrıslı Rumların “Lefkosia” dedikleri bu kent düz bir alanda kuruludur ve tarihsel dokusunda birçok medeniyetin, kültürün, dinin izlerini taşımaktadır. Bilinen en eski adı “Lidra”dır… Toprağında; Tunç dönemine, Roma dönemine ait kalıntılar var…
Halk dilinde Rumların “i hora” bizim de “şeher” dediğimiz bu kentin adının; antik “Lidra” kentini yeniden inşa eden, Mısır’daki Ptolemos Krallarından Ptolemi’nin oğlu “Levkos”un adından geldiğine inanılmaktadır. Kent bir süre “Kermia” adını da taşıdı…
Lefkoşa kenti, Bizans döneminden itibaren Kıbrıs’a hükmetmiş hemen tüm devletlere “başkent” olarak hizmet etmiştir.Kentte; özellikle Lüzinyan Krallığı (192-1489) Venedikliler (1489-1570) ile 370 yıl süren Osmanlı yönetimi (1571-1878) ve İngiliz koloni idaresi (1878-1960) dönemlerine ait tarihsel yapılar dikkat çekmektedir. 16. Yüzyıla kadar bir Hristiyan kenti olan Lefkoşa, Osmanlılar tarafından fethedilince İslam mimarisi de kentte görünür olmaya başladı. 1920’lerde Anadolu’dan gelen Ermeniler yoğunlukla bu mahalleye yerleşmişti. Burada bulunan ve 1963’ten beri atıl durumda olan Ermeni Kilisesi, (Notre Dame de Tyre) geçtiğimiz yıllarda restore edildi ve kentin kültürel mirasına katıldı.300 yıla yakın süren Lüzinyan Krallığı döneminde Lefkoşa Ortaçağ Feodal Şehir anlayışı ile Lüzinyan Evi; Yenicami mahallesinde yer alıyor. 1997’de restore edildi.
Bunlar yanında, Surlariçi’nde Derviş Paşa Konağı, Arabahmet Camii, Haydarpaşa Camii, şimdilerde kültürel amaçlarla kullanımda olan Ayluka Kilisesi de dikkat çeken yapılardır. Samabahça evleri Lefkoşa’nın ilk toplu konut denemesidir…
2004’te AB fonları ile restore edildi ve Lefkoşa’nın “otantik” değerlerine eklendi.
Surlar dışında; Köşklüçiftlik, Kumsal, Dereboyu, Taşkınköy, Göçmenköy, Ortaköy, Kermiya, Yenişehir, K. Kaymaklı gibi bölgeler var.
1950’li yılların başlarına kadar Lefkoşa kenti demografik bakımdan “karma “bir karakter taşıyordu. Tahtakale, Ömerge, Strovolos, K. Kaymaklı, Eğlence gibi bölgelerde Rumlara oranla az sayıda Türkler vardı. Ayluka, Arabahmet, Yenicami gibi mahallerde de hatırı sayılır sayıda Rum yaşamaktaydı. Arabahmet bölgesinde ise Ermeniler çoğunluktaydı. İki toplum arasında etnik çatışmalar başlayınca; İngiliz sömürge idaresi, ilk kez 1956 yılında Türk ve Rum mahalleleri arasına tel örgüler yerleştirdi. Böylece Türk tarafında kalan Rum esnaf kentin güney kısmına, güneyde kalan Türkler de kuzeye kaçtılar. 1958’de kentteki etnik çatışmalar doruğa ulaştı. Yüzlerce insan sokaklarda öldürüldü. Lefkoşa o yıllarda bir “kan gölü”ne dönüştü… Aykasiyano ve Tahtakala gibi mahallelerdeki Türkler kuzeye kaçtılar. 1958’de İngiliz makamları kenti tel örgülerle Türk ve Rum tarafları diye ikiye ayırdı. Yaratılan sınıra da ABD’den esinlenerek “Mason-Dixon Hattı” denildi. 1963’te ise kent “Yeşil hat”la tam olarak ikiye bölündü. Bu dönemde Arabahmet bölgesinde yaşayan Ermeniler evlerini terk ederek güneye taşındılar. Kent; barikatlar, kum torbaları, variller ve mevzilerle iki bölgeye ayrıldı. 1974’te askeri harekât sonucunda; Kızılbaş, Kaymaklı ve Kermiya’da yeni alanlar Lefkoşa’nın Türk bölgesine katıldı.
Günümüzde Lefkoşa kenti hâlâ iki bölgeli karakterini sürdürüyor. Arada “Ölü bölge” denilen BM kontrolünde bir alan bulunuyor.
![Ä°lgili resim](https://kibrissondakika.com/wp-content/uploads/2015/09/s%C4%B1n%C4%B1r2.jpg)
Ancak Rum tarafı ile Türk tarafı arasında üç tane geçiş noktasından iki taraf arasında seyahat etmek mümkün. Bu noktalardan insan, araç ve ürün geçişleri kontrollü ve izinli olarak yapılabiliyor. Başkentin Türk ve Rum tarafları arasında ilk kez 23 Nisan 2003’te Lidra Palas kapısı açıldı.
Arkasından, 10 Mayıs 2003’te Metehan
ve 3 Nisan 2008’de Lokmacı kapısı açıldı.
yönetilmiş ve adanın idari başkenti olarak kalmıştır. Bu dönemde Lüzinyanlar şehrin etrafına surlar da inşa etti. İlk surları Kral I. Henry 1211'de iki kule ile birlikte inşa ettirdi, I. Peter üçüncü bir kule inşa ettirdi ve II. Henry şehri tamamen surlar içine aldı. Askeri mimarinin en mükemmel örneklerinden biri olan Lefkoşa Surları, 5 kilometreuzunluğunda, birbirlerine uzaklıkları eş 11 burçtan ve 3 anıtsal kapıdan oluşmaktadır. Lüzinyanlar döneminde Kent, surlar içi ve surlar dışı olarak iki bölümde incelenebilir. Lefkoşa’da halen varlığını sürdüren ve kente büyük bir güzellik katan surlar, Venedikliler tarafından inşa edildi. 11 tabyası bulunan surlarla, Lefkoşa yuvarlak bir kent haline getirilmişti. Lefkoşa’nın surlariçi bölümüne, üç kapıdan girilirdi: Girne kapısı, Baf kapısı, Mağusa kapısı… Surlariçinin en önemli yerleşim mekânlarından bazıları; Yenicami, Arabahmet, Samanbahça, Kafesli, Haydarpaşa, Arasta, Asmaaltı gibi bölgelerdir. Kent insanının sebze, meyve, et ve her türlü ihtiyacını karşıladığı Bandabuliya ile eskiden köy otobüslerinin park ettiği hanlar da dikkat çeken yapılardır.
Derviş Paşa Konağı, 19. Yüzyıl başlarında inşa edildi. 2 katlı bir konaktır.
Bugün Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Osmanlı-Türk mimarisin en tipik örneklerinden biridir… Saçaklı Ev, Selimiye Camisinin güney doğusundadır. Geçmişi Ortaçağ’a dayanır. Günümüzde sergi mekânı olarak kullanılmaktadır. Surlariçi, tarihsel yapılar bakımından bir kültür hazinesidir. Günümüzde hâlâ varlığını koruyan birçok binada, birkaç uygarlığın izlerini görmek olasıdır… Surlar içinde en çok dikkat çeken yapılar; Büyük Han
ile Selimiye Camii’dir…
Büyük Han; Osmanlıların 1571’de Lefkoşa’da inşa ettikleri ilk binadır… Vali (Beylerbeyi) Muzaffer Paşa tarafından yapıldı. İngilizler bunu hapishane olarak kullandılar. Osmanlı döneminde; zanaat ve alışveriş merkezi olarak Lefkoşa’da başta Kumarcılar Hanı ile Deveciler Hanı olmak üzere 20’ye yakın han vardı.Lüzinyan döneminde baş kilise olarak kullanılan St. Sophia Katedrali, Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş ve “Selimiye Camii-Ayasofya” adını almıştı. Bu muhteşem tarihi yapı; 1326 yılından beri önce Hristiyanlara sonra da Müslümanlara ibadet mekânı olarak hizmet etmiştir. Mevlevi Tekkesi;
XVII. Yüzyılda Venedik döneminden kalma bir manastırın kalıntıları üzerinde inşa edildi. 1950’li yılların başlarına kadar burası faaliyette idi. Arabahmet mahallesi, tarihi bir semttir. Osmanlı döneminde varlıklı, nüfuslu Türkler burada otururlardı.
![büyükhan ile ilgili görsel sonucu](https://www.kibrisharitasi.com/wp-content/uploads/2015/05/lefkosa-buyuk-han-1200x800.jpg)
![selimiye cami lefkoÅa ile ilgili görsel sonucu](https://www.otelimibul.com/images/lefkosa-1.jpg)
Evet varlıklı nüfuslu Türkler peki ŞİMDİİİİ. Neredeler Lefkoşa Güzeldi. Candı gezilecek yerdi. Ama biz kendi kendimize uyguladığımız ambargo (ticari ya da başka malların yabancı bir ülkeye gitmesinin engellenmesidir.) bu sözcük anlamıdır ama asıl ambargo kendini tanıtamamaktan Devlet olamamaktan gelir. Biz ne yaptık ? Ne mi yaptık HİÇ BİRŞEY evet hiç bir şey. olanı da yedik . Yediğimizi bir türlü hazmedemedik hep bahane ürettik. Girne de havuzlu villa yaptık Surlar içindeki evi kiraya verdik . (Kime kiraya verdiğimizin önemi yok ama verdik verdiklerimiz zaten bakmadılar ama biz havuzlu villada oturduk) Sonra komşumuz vardı o da dedi "Dayanamıyorum bu mahalleye bir ben Galdım be annem buraşda bagsana kim var benden başga gideceyim benda buraşdan " dedi ve buraları kaderine bırakıp terk etti.
![Ä°lgili resim](https://i.pinimg.com/736x/67/1c/d8/671cd89777d4dcec2d7e2999a0e55b1b--cyprus-old-houses.jpg)
Bundan önceleri kafam yerde gezerdim dikkatimi çekmezdi Lefkoşa surlar içi şimdi kafamı kaldırma utanır oldum. Her yer terk edilmiş gibi, Fazla kalmadı Kıbrıslı Türk bur da Türkiye vatandaşları yerleştiler başımızla beraber haklarıdır. Ama korumadılar benim değil nasılsa deyip bakım yapmadılar koca koca konaklara , ya birde bu kanakların dışı değil içi dir güzel olan her konağın iç avlusu vardır. kendi sınırlarını belirleyen
![bastion inn lefkoÅa ile ilgili görsel sonucu](https://media-cdn.tripadvisor.com/media/photo-s/12/de/71/b6/bastion-inn.jpg)
![lefkoÅa surlariçi iç avlulu ev ile ilgili görsel sonucu](https://www.havadiskibris.com/wp-content/uploads/2017/08/lefko%C5%9Fa-1.jpg)
Evet buda kendine gizli kendine has bir iç bahçe , bırakan biz terk eden biz. Sonra görüp "aaa nehale geldi yahu buraları" diyen biz Keşke demeseydik. evet bu yazının devamı gelecek Kıbrıs ta değilseniz ve gelmek isterseniz size çok güzel mekanlar gösterebilirim. Butik oteller Kalınacak yerler. Bana ulaşmanız yeterli sizi gezdire bilirim de. Sorun değil .... Yazımızın ikinci kısmında Surlar içinde gezilecek ve yapılacak yerleri göreceğiz. Sağlıkla kalın sevgiyle kalın esenlikle kalın. (Kıbrısa Lefkoşa gelmek isterseniz bana ulaşın sizi gezdire bilirim)
Hristiyanlarınhe kiliseleri, katedralleri; Osmanlı’nın hanları camileri, mescitleri, tekkeleri, türbeleri, medrese ve çeşmelerivardı…
Daracık sokaklarında katırlar, eşekler, develer gezerdi…
Güvercinleri ve kargaları insanlardan merhamet dilenirdi…
Lefkoşa kenti, haritaya bakıldığında, Kıbrıs’ın hemen hemen ortasında yer alıyor.
Bizim “Lefkoşa”, Kıbrıslı Rumların “Lefkosia” dedikleri bu kent düz bir alanda kuruludur ve tarihsel dokusunda birçok medeniyetin, kültürün, dinin izlerini taşımaktadır. Bilinen en eski adı “Lidra”dır… Toprağında; Tunç dönemine, Roma dönemine ait kalıntılar var…
Halk dilinde Rumların “i hora” bizim de “şeher”dediğimiz bu kentin adının; antik “Lidra” kentini yeniden inşa eden, Mısır’daki Ptolemos Krallarından Ptolemi’nin oğlu “Levkos”unadından geldiğine inanılmaktadır. Kent bir süre “Kermia” adını da taşıdı…
Lefkoşa kenti, Bizans döneminden itibaren Kıbrıs’a hükmetmiş hemen tüm devletlere “başkent” olarak hizmet etmiştir.
Kentte; özellikle Lüzinyan Krallığı (192-1489) Venedikliler (1489-1570) ile 370 yıl süren Osmanlı yönetimi (1571-1878) ve İngiliz koloni idaresi (1878-1960) dönemlerine ait tarihsel yapılar dikkat çekmektedir. 16. Yüzyıla kadar bir Hristiyan kenti olan Lefkoşa, Osmanlılar tarafından fethedilince İslam mimarisi de kentte görünür olmaya başladı. 1920’lerde Anadolu’dan gelen Ermeniler yoğunlukla bu mahalleye yerleşmişti. Burada bulunan ve 1963’ten beri atıl durumda olan Ermeni Kilisesi, (Notre Dame de Tyre) geçtiğimiz yıllarda restore edildi ve kentin kültürel mirasına katıldı.
300 yıla yakın süren Lüzinyan Krallığı döneminde Lefkoşa Ortaçağ Feodal Şehir anlayışı ile
Daracık sokaklarında katırlar, eşekler, develer gezerdi…
Güvercinleri ve kargaları insanlardan merhamet dilenirdi…
Lefkoşa kenti, haritaya bakıldığında, Kıbrıs’ın hemen hemen ortasında yer alıyor.
Bizim “Lefkoşa”, Kıbrıslı Rumların “Lefkosia” dedikleri bu kent düz bir alanda kuruludur ve tarihsel dokusunda birçok medeniyetin, kültürün, dinin izlerini taşımaktadır. Bilinen en eski adı “Lidra”dır… Toprağında; Tunç dönemine, Roma dönemine ait kalıntılar var…
Halk dilinde Rumların “i hora” bizim de “şeher”dediğimiz bu kentin adının; antik “Lidra” kentini yeniden inşa eden, Mısır’daki Ptolemos Krallarından Ptolemi’nin oğlu “Levkos”unadından geldiğine inanılmaktadır. Kent bir süre “Kermia” adını da taşıdı…
Lefkoşa kenti, Bizans döneminden itibaren Kıbrıs’a hükmetmiş hemen tüm devletlere “başkent” olarak hizmet etmiştir.
Kentte; özellikle Lüzinyan Krallığı (192-1489) Venedikliler (1489-1570) ile 370 yıl süren Osmanlı yönetimi (1571-1878) ve İngiliz koloni idaresi (1878-1960) dönemlerine ait tarihsel yapılar dikkat çekmektedir. 16. Yüzyıla kadar bir Hristiyan kenti olan Lefkoşa, Osmanlılar tarafından fethedilince İslam mimarisi de kentte görünür olmaya başladı. 1920’lerde Anadolu’dan gelen Ermeniler yoğunlukla bu mahalleye yerleşmişti. Burada bulunan ve 1963’ten beri atıl durumda olan Ermeni Kilisesi, (Notre Dame de Tyre) geçtiğimiz yıllarda restore edildi ve kentin kültürel mirasına katıldı.
300 yıla yakın süren Lüzinyan Krallığı döneminde Lefkoşa Ortaçağ Feodal Şehir anlayışı ile
yönetilmiş ve adanın idari başkenti olarak kalmıştır. Bu dönemde Lüzinyanlar şehrin etrafına surlar da inşa etti. İlk surları Kral I. Henry 1211'de iki kule ile birlikte inşa ettirdi, I. Peter üçüncü bir kule inşa ettirdi ve II. Henry şehri tamamen surlar içine aldı.
Askeri mimarinin en mükemmel örneklerinden biri olan Lefkoşa Surları, 5 kilometreuzunluğunda, birbirlerine uzaklıkları eş 11 burçtan ve 3 anıtsal kapıdan oluşmaktadır. Lüzinyanlar döneminde Kent, surlar içi ve surlar dışı olarak iki bölümde incelenebilir. Lefkoşa’da halen varlığını sürdüren ve kente büyük bir güzellik katan surlar, Venedikliler tarafından inşa edildi. 11 tabyası bulunan surlarla, Lefkoşa yuvarlak bir kent haline getirilmişti. Lefkoşa’nın surlariçi bölümüne, üç kapıdan girilirdi: Girne kapısı, Baf kapısı, Mağusa kapısı… Surlariçinin en önemli yerleşim mekânlarından bazıları; Yenicami, Arabahmet, Samanbahça, Kafesli, Haydarpaşa, Arasta, Asmaaltı gibi bölgelerdir. Kent insanının sebze, meyve, et ve her türlü ihtiyacını karşıladığı Bandabuliya ile eskiden köy otobüslerinin park ettiği hanlar da dikkat çeken yapılardır.
Derviş Paşa Konağı, 19. Yüzyıl başlarında inşa edildi. 2 katlı bir konaktır.
Bugün Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Osmanlı-Türk mimarisin en tipik örneklerinden biridir… Saçaklı Ev, Selimiye Camisinin güney doğusundadır. Geçmişi Ortaçağ’a dayanır. Günümüzde sergi mekânı olarak kullanılmaktadır. Surlariçi, tarihsel yapılar bakımından bir kültür hazinesidir. Günümüzde hâlâ varlığını koruyan birçok binada, birkaç uygarlığın izlerini görmek olasıdır… Surlar içinde en çok dikkat çeken yapılar; Büyük Han ile Selimiye Camii’dir…
Büyük Han; Osmanlıların 1571’de Lefkoşa’da inşa ettikleri ilk binadır… Vali (Beylerbeyi) Muzaffer Paşa tarafından yapıldı. İngilizler bunu hapishane olarak kullandılar. Osmanlı döneminde; zanaat ve alışveriş merkezi olarak Lefkoşa’da başta Kumarcılar Hanı ile Deveciler Hanı olmak üzere 20’ye yakın han vardı.
Lüzinyan döneminde baş kilise olarak kullanılan St. Sophia Katedrali, Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş ve “Selimiye Camii-Ayasofya”adını almıştı. Bu muhteşem tarihi yapı; 1326 yılından beri önce Hristiyanlara sonra da Müslümanlara ibadet mekânı olarak hizmet etmiştir. Mevlevi Tekkesi; XVII. Yüzyılda Venedik döneminden kalma bir manastırın kalıntıları üzerinde inşa edildi. 1950’li yılların başlarına kadar burası faaliyette idi. Arabahmet mahallesi, tarihi bir semttir. Osmanlı döneminde varlıklı, nüfuslu Türkler burada otururlardı.
Askeri mimarinin en mükemmel örneklerinden biri olan Lefkoşa Surları, 5 kilometreuzunluğunda, birbirlerine uzaklıkları eş 11 burçtan ve 3 anıtsal kapıdan oluşmaktadır. Lüzinyanlar döneminde Kent, surlar içi ve surlar dışı olarak iki bölümde incelenebilir. Lefkoşa’da halen varlığını sürdüren ve kente büyük bir güzellik katan surlar, Venedikliler tarafından inşa edildi. 11 tabyası bulunan surlarla, Lefkoşa yuvarlak bir kent haline getirilmişti. Lefkoşa’nın surlariçi bölümüne, üç kapıdan girilirdi: Girne kapısı, Baf kapısı, Mağusa kapısı… Surlariçinin en önemli yerleşim mekânlarından bazıları; Yenicami, Arabahmet, Samanbahça, Kafesli, Haydarpaşa, Arasta, Asmaaltı gibi bölgelerdir. Kent insanının sebze, meyve, et ve her türlü ihtiyacını karşıladığı Bandabuliya ile eskiden köy otobüslerinin park ettiği hanlar da dikkat çeken yapılardır.
Derviş Paşa Konağı, 19. Yüzyıl başlarında inşa edildi. 2 katlı bir konaktır.
Bugün Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Osmanlı-Türk mimarisin en tipik örneklerinden biridir… Saçaklı Ev, Selimiye Camisinin güney doğusundadır. Geçmişi Ortaçağ’a dayanır. Günümüzde sergi mekânı olarak kullanılmaktadır. Surlariçi, tarihsel yapılar bakımından bir kültür hazinesidir. Günümüzde hâlâ varlığını koruyan birçok binada, birkaç uygarlığın izlerini görmek olasıdır… Surlar içinde en çok dikkat çeken yapılar; Büyük Han ile Selimiye Camii’dir…
Büyük Han; Osmanlıların 1571’de Lefkoşa’da inşa ettikleri ilk binadır… Vali (Beylerbeyi) Muzaffer Paşa tarafından yapıldı. İngilizler bunu hapishane olarak kullandılar. Osmanlı döneminde; zanaat ve alışveriş merkezi olarak Lefkoşa’da başta Kumarcılar Hanı ile Deveciler Hanı olmak üzere 20’ye yakın han vardı.
Lüzinyan döneminde baş kilise olarak kullanılan St. Sophia Katedrali, Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş ve “Selimiye Camii-Ayasofya”adını almıştı. Bu muhteşem tarihi yapı; 1326 yılından beri önce Hristiyanlara sonra da Müslümanlara ibadet mekânı olarak hizmet etmiştir. Mevlevi Tekkesi; XVII. Yüzyılda Venedik döneminden kalma bir manastırın kalıntıları üzerinde inşa edildi. 1950’li yılların başlarına kadar burası faaliyette idi. Arabahmet mahallesi, tarihi bir semttir. Osmanlı döneminde varlıklı, nüfuslu Türkler burada otururlardı.
Lüzinyan Evi; Yenicami mahallesinde yer alıyor. 1997’de restore edildi.
Bunlar yanında, Surlariçi’nde Derviş Paşa Konağı, Arabahmet Camii, Haydarpaşa Camii, şimdilerde kültürel amaçlarla kullanımda olanAyluka Kilisesi de dikkat çeken yapılardır. Samabahça evleri Lefkoşa’nın ilk toplu konut denemesidir…
2004’te AB fonları ile restore edildi ve Lefkoşa’nın “otantik” değerlerine eklendi.
Surlar dışında; Köşklüçiftlik, Kumsal, Dereboyu, Taşkınköy, Göçmenköy, Ortaköy, Kermiya, Yenişehir, K. Kaymaklı gibi bölgeler var.
1950’li yılların başlarına kadar Lefkoşa kenti demografik bakımdan “karma “bir karakter taşıyordu. Tahtakale, Ömerge, Strovolos, K. Kaymaklı, Eğlence gibi bölgelerde Rumlara oranla az sayıda Türkler vardı. Ayluka, Arabahmet, Yenicami gibi mahallerde de hatırı sayılır sayıda Rum yaşamaktaydı. Arabahmet bölgesinde ise Ermeniler çoğunluktaydı.
İki toplum arasında etnik çatışmalar başlayınca; İngiliz sömürge idaresi, ilk kez 1956 yılında Türk ve Rum mahalleleri arasına tel örgüler yerleştirdi. Böylece Türk tarafında kalan Rum esnaf kentin güney kısmına, güneyde kalan Türkler de kuzeye kaçtılar. 1958’de kentteki etnik çatışmalar doruğa ulaştı. Yüzlerce insan sokaklarda öldürüldü. Lefkoşa o yıllarda bir “kan gölü”ne dönüştü… Aykasiyano ve Tahtakala gibi mahallelerdeki Türkler kuzeye kaçtılar. 1958’de İngiliz makamları kenti tel örgülerle Türk ve Rum tarafları diye ikiye ayırdı. Yaratılan sınıra da ABD’den esinlenerek “Mason-Dixon Hattı” denildi. 1963’te ise kent “Yeşil hat”la tam olarak ikiye bölündü. Bu dönemde Arabahmet bölgesinde yaşayan Ermeniler evlerini terk ederek güneye taşındılar. Kent; barikatlar, kum torbaları, variller ve mevzilerle iki bölgeye ayrıldı. 1974’te askeri harekât sonucunda; Kızılbaş, Kaymaklı ve Kermiya’da yeni alanlar Lefkoşa’nın Türk bölgesine katıldı.
Günümüzde Lefkoşa kenti hâlâ iki bölgeli karakterini sürdürüyor. Arada “Ölü bölge” denilen BM kontrolünde bir alan bulunuyor. Ancak Rum tarafı ile Türk tarafı arasında üç tane geçiş noktasından iki taraf arasında seyahat etmek mümkün. Bu noktalardan insan, araç ve ürün geçişleri kontrollü ve izinli olarak yapılabiliyor. Başkentin Türk ve Rum tarafları arasında ilk kez 23 Nisan 2003’te Lidra Palas kapısı açıldı. Arkasından, 10 Mayıs 2003’te Metehan ve 3 Nisan 2008’de Lokmacı kapısı açıldı
Bunlar yanında, Surlariçi’nde Derviş Paşa Konağı, Arabahmet Camii, Haydarpaşa Camii, şimdilerde kültürel amaçlarla kullanımda olanAyluka Kilisesi de dikkat çeken yapılardır. Samabahça evleri Lefkoşa’nın ilk toplu konut denemesidir…
2004’te AB fonları ile restore edildi ve Lefkoşa’nın “otantik” değerlerine eklendi.
Surlar dışında; Köşklüçiftlik, Kumsal, Dereboyu, Taşkınköy, Göçmenköy, Ortaköy, Kermiya, Yenişehir, K. Kaymaklı gibi bölgeler var.
1950’li yılların başlarına kadar Lefkoşa kenti demografik bakımdan “karma “bir karakter taşıyordu. Tahtakale, Ömerge, Strovolos, K. Kaymaklı, Eğlence gibi bölgelerde Rumlara oranla az sayıda Türkler vardı. Ayluka, Arabahmet, Yenicami gibi mahallerde de hatırı sayılır sayıda Rum yaşamaktaydı. Arabahmet bölgesinde ise Ermeniler çoğunluktaydı.
İki toplum arasında etnik çatışmalar başlayınca; İngiliz sömürge idaresi, ilk kez 1956 yılında Türk ve Rum mahalleleri arasına tel örgüler yerleştirdi. Böylece Türk tarafında kalan Rum esnaf kentin güney kısmına, güneyde kalan Türkler de kuzeye kaçtılar. 1958’de kentteki etnik çatışmalar doruğa ulaştı. Yüzlerce insan sokaklarda öldürüldü. Lefkoşa o yıllarda bir “kan gölü”ne dönüştü… Aykasiyano ve Tahtakala gibi mahallelerdeki Türkler kuzeye kaçtılar. 1958’de İngiliz makamları kenti tel örgülerle Türk ve Rum tarafları diye ikiye ayırdı. Yaratılan sınıra da ABD’den esinlenerek “Mason-Dixon Hattı” denildi. 1963’te ise kent “Yeşil hat”la tam olarak ikiye bölündü. Bu dönemde Arabahmet bölgesinde yaşayan Ermeniler evlerini terk ederek güneye taşındılar. Kent; barikatlar, kum torbaları, variller ve mevzilerle iki bölgeye ayrıldı. 1974’te askeri harekât sonucunda; Kızılbaş, Kaymaklı ve Kermiya’da yeni alanlar Lefkoşa’nın Türk bölgesine katıldı.
Günümüzde Lefkoşa kenti hâlâ iki bölgeli karakterini sürdürüyor. Arada “Ölü bölge” denilen BM kontrolünde bir alan bulunuyor. Ancak Rum tarafı ile Türk tarafı arasında üç tane geçiş noktasından iki taraf arasında seyahat etmek mümkün. Bu noktalardan insan, araç ve ürün geçişleri kontrollü ve izinli olarak yapılabiliyor. Başkentin Türk ve Rum tarafları arasında ilk kez 23 Nisan 2003’te Lidra Palas kapısı açıldı. Arkasından, 10 Mayıs 2003’te Metehan ve 3 Nisan 2008’de Lokmacı kapısı açıldı
Yorumlar
Yorum Gönder